Küresel İklim Krizi ve Arıcılığımız
Türkiye’de arıcılık, geleneksel bir tarım faaliyeti olup, bugün ülkemizin bütün illerinde arıcılık faaliyeti yapılmaktadır. Dört mevsimin aynı anda yaşandığı Türkiye’de, farklı ekolojik koşullara kolaylıkla uyum sağlayan birçok arı ırk ve ekotipi ile yıl boyu nektar ve polen sağlayan, oldukça zengin floral kaynaklar bulunmaktadır. Türkiye’nin her bölgesinin kendine özgü çevre ve iklim koşullarına sahip olması, her bölge için farklı çiçeklenme dönemini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum ülkemizde yıl boyu arıcılık faaliyetini mümkün kılmanın yanında, daha fazla üretimi amaçlayan arıcılar için göçer arıcılık yaparak daha fazla ürün alma olanağı da sağlamaktadır.
Ülkemizin geniş floral çeşitliliği arıcılık sektörü için vazgeçilmez bir faktördür. Ayrıca, arıcılık sürdürülebilir kırsal kalkınmanın çok önemli bir lokomotifi durumundadır. Kaynak tüketimine neden olmayan bir üretim faaliyeti olması, günümüzde arıcılığın önemini daha da artırmaktadır. Arıcılık, doğa ve çevreye zarar vermeden yapılabilen bir tarımsal üretim biçimi olması sebebiyle, geleceğin en önemli sürdürülebilir tarımsal üretim faaliyetlerinden biridir.
Arıcılık gibi bir konudan söz ettiğimizde, üretimden, arının çiçekten alıp kovana taşıdığı bir damla nektardan başlayıp; tüketime, ağzımıza attığımız bir kaşık bala uzanan uzun bir süreçten bahsediyoruz demektir. ‘Nektarda bala’, ‘çiçekten kovana’, ‘doğadan insana’ giden bir süreç… Bu süreçte insanın doğayla kurduğu en dolaysız ilişkilerden biri gerçekleşir.
Burada üretimden tüketime; bilim ve teknolojiyle sanayi ve ticaret arasında kurulan ilişkide, zooloji, botanik, biyoloji, coğrafya, sosyoloji, ekonomi, eğitim gibi bilim, ziraat, makine gibi mühendislik dalları, devlet ve kamu kuruluşları, birlikler ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı çok geniş bir yelpazeden söz ederiz. Üretim aşamasında arının kendisi, nektar ve salgı aldığı bitki ve hayvanlar, kovan ve arıcılık yöntemleri, arıcılık makina ve ekipmanla arıcı yer alırken; tüketim aşamasında balın toplanması, tüketime hazırlanması, dağıtımı ve satışı gibi başlıklar yer alır.
Günümüzde burada bir karmaşa var. Bu karmaşanın nedeni, geleneksel üretim ve yaşam biçiminden, sanayileşmiş üretim ve yaşam biçimine geçişin yarattığı, gelenekselden moderne geçişin yaşandığı her alanda var olan sorunlardır. Birincisinde, geleneksel bilgi ve dolaysız toplum yapısı; ikincisinde, bilimsel bilgi ve organize, kurumsallaşmış toplumsal yapılar yer alır. Şu anda bunlar kendiliğinden işleyen bir süreç içinde birbirine karışmış durumda; bir yandan en temel haliyle geleneksel üretim biçimleri sürdürülürken, öte yanda örneğin, genetik biliminin ve teknolojinin en son bilgi ve teknikleri kullanılabiliyor. Bir yanda sıradan ve basit bir köylü ailesi olarak arıcılar, öte yanda büyük dağıtım ve pazarlama ile teknoloji şirketleri yer alıyor. Üniversiteler, kamu kurumları ve birlikler ise çok hızlı, kendiliğinden ve kontrolsüz biçimde işleyen bu süreci henüz tam manasıyla yönetememekte. Bir yandan çok önemli ve değerli çalışmalar yapılırken, öte yanda neredeyse hepsini anlamsız kılan bir kendiliğindenlik ve piyasa sistemi işliyor.
Uzun yılların deneyimlerinin sonucu olan geleneksel bilgiyle, bilimsel araştırmalar sonucu elde edilen bilimsel bilginin birlikte ele alınmasıyla ve sürdürülebilir bir insan ve doğa ilişkisi bağlamında ele alınmalıdır. Bu anahtar yaklaşımdır; çünkü sorun artık, sadece satış, dağıtım ve paylaşım, sadece insan açısından ele alınamayacak bir aşamaya gelmiş durumdadır. Artık bizzat üretimi, üretme tarzımızı tartışmamız gerekiyor. Bu nedenle var olan arıcılık tarzını değil, insanın üretirken doğaya sadece kaynaklarını sömüreceği bir nesne değil, içinde var olduğu ve olacağı, birlikte yaşadığı ve yaşayacağı, dolaysız bir parçası olduğu bir organizma olarak baktığı bir anlayışın vazettiği yeni bir arıcılık tarzını temel almak gerekmektedir. Tüm tarımsal üretim alanlarında uygulanması gereken yeni bir üretim anlayışına model amaçlanmalıdır. Bizzat kendisi üretkenliği sembolize eden ve tarımsal üretim alanlarının merkezinde konumlanan arıcılık bu potansiyele sahiptir.
Türkiye’nin, tarımsal faaliyetlerin yaygın ve yoğun yapıldığı bir ülke olması sebebiyle küresel ısınma ve iklim krizinden çok fazla etkileneceği bir gerçektir. Polinasyonda görev alan arılar bitkisel üretime çok büyük hizmet etmektedir. Son yıllarda sıklıkla çiçeklenme döneminde yaşanan olumsuz hava koşulları ve polinatörlerin görevini yerine getirememesi tozlaşmayı bu da elbette üretimi sekteye uğratmaktadır.
Arıcılıkta ise stres faktörlerinden birisi olan iklim, arının ihtiyacı olan besin kaynaklarını direkt etkilemektedir. Ani iklim değişiklikleri niteliksiz ana arı üretimine, zayıf kolonilerde direncin düşmesine, hastalık ve zararlılara karşı savunmasız olmasına ve sonunda koloninin sönmesine kadar giden sonuçlara neden olmaktadır.
Sağlıklı bir arı kolonisi, sağlıklı işleyen bir doğanın en temel göstergesidir. Doğaya yaptığımız olumsuz müdahalelerin ilk kurbanlarından biri her zaman arılar olur. Küresel ısınmanın sonucu olan ani ısı değişimleri florayı etkilemektedir. Arıcılığın devamlılığının sağlanmasında flora takibi oldukça elzem bir konudur. Fakat ani ısı değişimleri arıyı ve arıcıyı çaresiz bırakmaktadır.
Aslında insanlığın doğal yaşam biçimi, içinde yaşadığı doğa ile uyum içinde olagelmiş binlerce yıl. Onun verdikleriyle yetinmiş, yaşamımızı, ‘geçimimizi’ onun verdiklerine göre şekillendirmişiz. Ama son bir kaç yüzyıl içinde geldiğimiz noktada bilim ve teknolojinin olanaklarını da kullanarak, doğayı kendimize göre ‘şekillendiriyoruz’ maalesef. Ya da öyle sanıyoruz, ama maalesef olmuyor. Mono kültürel ve endüstriyel tarımsal üretim, tarımsal alanların kontrolsüz biçimde genişletilmesi, odun için yapılan ormancılık ile turizm ve madencilik faaliyetleri sonucu olan doğa tahribatı, ama asıl olarak iklim krizi arının doğal ortamını yok etmektedir. Doğal tarımsal üretim ve arıcılık artık iklime krizine karşı mücadele verilerek yapılan bir faaliyettir.
İnsan yaşamının gereksinimleri ile doğal yaşam varlığı arasında nasıl adil ve sürdürülebilir bir denge kurulabileceğinin, bu dengenin bugünden geleceğe iklim değişikliği süreçleri de göz önüne alınarak nasıl sürdürülebileceğinin tarım ve arıcılık ekonomisine bütüncül bir yaklaşımla planlanması gerekmektedir.
Şamil Tunçay Beştoy – ÇARIK