Geçmiş Zaman Olur ki!..
Bu ay sizi Anadolu’nun, bu bereketli arı ve arıcılık ülkesinin yakın tarihine götürmek ve değerli bir araştırmacı tarihçi, Nadir YURTOĞLU (Yrd. Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi Türkçe ve Sosyal Bilgiler Eğitimi Bölümü) ile tanıştırmak istiyorum. Kendisinin, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Arıcılık Faaliyetleri – (1923-1960)” çalışmasına, sürdürdüğümüz “Yerel ve Tarihsel Arıcılık Rotaları” çalışması için kaynak taraması yaparken ulaştım ve sizlerle de paylaşmak istedim. Kurumsal çalışmaların ve araştırmaların ne kadar erken başladığına sevinirken, temel sorunların hala devam ettiğine şaşırmamak elde değil.
“Avrupa’da pancardan şeker üretilerek bu alanda sanayinin gelişmesi tatlı ihtiyacının ucuz yolla karşılanmasını sağlarken, dünyanın her yerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de arı kovanları sayısı ile bal ve balmumu hasılatında azalmalara neden olmuştur.
Osmanlı Devletinde arıcılıkta ve bal üretiminde yaşanan durgunluk 1923 yılına kadar sürmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’de arıcılığı canlandırmak ve teşvik etmek için yapılan önemli çalışmalardan biri Osmanlı Devleti zamanında bal ve kovanlardan alınan aşar vergisinin kaldırılması olmuştur.
Cumhuriyet sonrası, bir yandan arıcılık sorunları ülke içerisinde tertip edilen kongrelerle giderilmeye çalışılırken, öbür yandan uluslararası alanda gerçekleştirilen eğitim etkinliklerine öğrenci gönderilerek bu meslek hakkında bilgi ve becerilerin artırılmasına çalışılmıştır. Trakya Genel Müfettişi Kazım Dirik, Atatürk’ten aldığı talimatla ziraat ve öğretmen okulları mezunlarından müteşekkil iki grubu Avrupa’da arıcılık konusunda yaşanan gelişmeleri yakından takip etmek ve açılan kursa katılmak amacıyla Macaristan’ın Gödöllö Tarım Okulu’na göndermiştir. İlk kafileye 6 kişilik bir heyet iştirak ederken, aynı çiftlikte 29 Haziran 1938 tarihinde yapılan ikinci etkinliğe yedi kişilik bir stajyer heyet katılmıştır.
1945 yılının yaz mevsiminin kurak gitmesi, Türkiye’de arıcılık mesleğine sahip insanları sıkıntıya sokan bir gelişme olmuştur. Bu gelişme bir yandan arıların bal ve çiçek özünden yoksun kalarak zayıf düşmesine yol açarken, diğer yandan eşekarısı, arı canavarı, sarıca arı, karınca ve petek güvesi gibi zararlıların arılara saldırarak hayatlarını tehlikeye sokmasına neden olmuştur.
1945 yılında meydana gelen kuraklığın yol açtığı arı damızlığı ve bal üretim yetersizliği nedeniyle geçimini arıcılıkta temin eden birçok kişi zarar ederek yardıma muhtaç hale gelirken, bunların mesleklerini sürdürebilmeleri ve korunmalarının sağlanması için arıcılar derneğinin kurulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Aynı kuraklığın 1946 yılının yaz aylarında Trakya Bölgesinde gerçekleşmesi kovanın yiyeceğini hazırlamak için sürekli koşuşturan işçi arıların aşırı efor sarf etmesine ve kovanlarına dönemeyerek telef olmalarına neden olmuştur. 1947 yılının ilkbahar ve yaz aylarının Ankara ve çevresinde de kurak gitmesi, arı ailelerinin yaşamlarını sürdürecek ihtiyaçlarından fazla bal toplayamamalarına ve oğul verememelerine yol açmıştır. Bu durum, Tavukçuluk Enstitüsü ve marangozlardan çerçeveli kovan satın alıp arıcılığa şevkle başlayan kişilerin heveslerini kırarak 1948 yılına umut bağlamalarına sebep teşkil etmiştir.
1943 yılında Türkiye’de kullanılan 1 milyon 092 bin 171 adet toplam kovan sayının 1 milyon 063 bin 117’si eski tip kovan, 29 bin 054’ ü ise yeni teknik kovan iken, aynı yıl içerisinde bu kovanlardan 4 milyon 172 bin 843 kilogram olarak bal üretilmiştir. Böylece kovan başına dört kilograma yakın bal elde edilmiştir ki bu miktar getirisi itibariyle çok düşüktür.
Türkiye’de bal üretiminin artırılmasında önemli bir işlevi bulunan kovanların ülkenin farklı bölgelerinde farklı tipte kullanıldığı görülür. Trakya ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yaşayan Rumeli göçmenlerinin bulunduğu sahalarda konik tipte sepet, Bursa ve çevresinde duvar içlerine bırakılan kovuk, Orta Anadolu’da silindir tipte sepet, ormanlık alanlarda oyuk kütük ve uzun sandık tipinde tahtadan yararlanılmıştır. Çerçeveli kovanlar ise daha çok şehir ve kasaba halkı tarafından tercih edildiğinden zamanla sayıları artmaya başlamıştır. Bu kovan türlerinden en fazla kullanılanı Dadan ve Langstrot tipi kovanlardır.
Trakya arıcılığının kurucusu olan General Kâzım Dirik, bölgeye 100 adet teknik kovan göndererek arıcılığın geliştirilmesi yolunda önemli bir adım atmışsa da, bu kutunun içinde arı durmaz kanaatinin insanların zihinlerini bulandırması köylerde kovanların her birinin bir tarafa atılmasına neden olmuştur. Buna rağmen, Tekirdağ ili içerisindeki incelemelerde Kazım Dirik’in teşviki sayesinde bölgenin fenni kovan ile arıcılık yapan bir merkez durumuna geldiği, 100-200 kovanla arıcılık faaliyetini yürüten birçok müteşebbisin ortaya çıkmasından anlaşılmıştır. Kazım Dirik gibi, Edirne Arıcılık ve Böcekçilik İstasyonu, arıcılığı teşvik etmiş, renkli afişler bastırarak Trakya’nın hemen her ilçesine göndermiştir.
Bu arada Recep Peker Hükümetinin 7 Ağustos 1946 tarihinden 5 Eylül 1947 tarihine kadar Tarım Bakanı olan Faik Kurtoğlu’nun talebiyle Arı Dergisi tarafından hazırlanan bir raporda Türkiye’de arıcılığın geri kalmasının nedenleri yukarıdaki sorunların dışında şu şekilde sıralanmıştır:
1. Eski ilkel yöntemlerle yapılan arıcılığın yürütülmesinin zorluğu ve arı kovanına bilgi yetersizliğinden dolayı arıcıların hâkim olmada güçlük çekmesi, 2. Kovan fiyatlarının yükselmesi nedeniyle ucuz ve iyi kovan tedarikinin sağlanamaması, 3. Amatör şekilde hazırlanmış yerli teknik kovanlarda arı hastalıkları ile oğul ve ana arı kontrollerinin yeterince yapılamaması nedeniyle kovanlardaki arıların bir kısmının her yıl telef olması, 4.Türkiye’de birkaç vali ve yöneticinin dışında arıcılığın geliştirilmesi ve desteklenmesine yönelik çalışmaların gerçekleştirilememesidir.
Aynı raporda arıcılığın geliştirilmesi için Tarım Bakanlığınca yapılması gereken çalışmalar şu şekilde belirlenmiştir:
1. Arıcılığın, ithalat, ihracat ve hukuki durumunu düzenleyecek, arıcılık kulüpleri ile arıcılık faaliyeti içerisinde yer alan kişilere yardımları tespit edecek ve ilmi çalışma şekillerini ortaya koyacak bir yasal düzenlemenin yapılması, 2. Ülkede arıcılık, bal ve bal mumu endüstrisi ile uğraşacak bir sanayinin kurulması, 3. Arıcılık kulüplerinin tesis edilerek bunlara yapılacak yardım şekillerinin belirlenmesi, 4. Arıcılıkla uğraşan kişilere hesaplı fiyattan teknik kovan sağlanmasının sürdürülmesidir.
Eski usul bal üretiminin arıcıları zarara uğrattığı bir süreçte 1949 yılının Ağustos ayı itibariyle arıcılığın kalkındırılması, durumunun saptanması ve gerekli önlemlerin alınması için bir arıcılık kongresi düzenlenmiş, gelen talepler doğrultusunda Ankara’da bir arıcılık enstitüsünün açılmasına karar verilmiştir.
Bu kararın hemen akabinde arıcılığın gerek modernleşerek yaygınlaştırılması, gerekse arı hastalıkları ve zararlıları gibi konularda çalışmak üzere 1949 yılı sonlarına doğru Tarım Bakanlığının kararıyla Ankara’da bir Arıcılık Enstitüsü kurulmuştur. Enstitü teknik bakımdan biyoloji, teknoloji ve botanik şubeleri adı altında yapılandırılarak üç birim halinde görevini yerine getirmiştir.”
Şamil Tunçay Beştoy – ÇARIK